Açlık, çaresizlik ve yenilginin travmasıyla at başı giden utanç, milyonların üzerine kâbus gibi çökmüş; Almanya, çölde vaha ararcasına, makus talihini değiştirecek bir kahraman arayışına çıkmıştır. Çok geçmeden adaylardan biri aradan sıyrılır. Adı Adolf’tur. Kişiliği otoriteyle biçimlenmiş, hayata dair hayalleri yarım kalmış, türlü kompleksin esiri olmuş ve savaşın getirdiği yenilgiyi hazmedememiş bir savaş gazisidir. “Şanlı tarih” ile karnını doyurmakta, “askerlik” ile nefes almakta, ağzı da iyi laf yapmaktadır. Adeta o günün Almanya’sı, onun şahsında ete kemiğe bürünmüştür…
“Düşün peşime, bizi bu duruma düşürenleri biliyorum, önce onların sonra da dünyanın canına okuyacağız; Büyük Almanya’yı kuracağız!” der Adolf.
Ruhu, bedeni ve zihni yaralı bir ulusun, ruhu, bedeni ve zihni hastalıklı bir insanın liderliğinde dünyayı kasıp kavuracak utanç yürüyüşü, işte böyle başlar…