shutterstock_2391311867-min-071220251515.png

Erteleme Nedir? Neden Erteleriz?

  • 07.12.2025
  • 6 dakika
  • 19 Okunma
  • 0 Yorum

Her “yarın başlarım” aslında “bugün hazır değilim” anlamına gelir. Peki, biz ne zaman gerçekten hazır olacağız? Belki de asıl soru, “Ne zaman mükemmel anı beklemeyi bırakıp küçük bir adımla başlayacağız?” olmalıdır. Çünkü gerçek ilerleme, kusursuz anı beklemekle değil, eksik ve kusurlu hissettiğimiz halde adım atmakla başlar.

Erteleme Nedir? Neden Erteleriz?

Hemen başlamamız gereken bir işi yarına bırakmak... Hepimizin hayatında defalarca tekrarladığı, çoğu zaman da içimizi kemiren bir davranış biçimi: erteleme.

Bilimsel açıdan erteleme, kişinin bir görevi bilerek ve isteyerek geciktirmesi; üstelik bu gecikmenin olumsuz sonuçlar doğuracağını bilmesine rağmen eylemini sürdürmesidir. Yani aslında “farkındalıkla yapılan bir geciktirme sanatı”dır. Psikolojide bu davranışa prokrastinasyon denir.

Peki Neden Erteleriz?

  • Duygu düzenleme: Çoğu zaman ertelemenin sebebi tembellik değil, başa çıkamadığımız duygulardır.
  • Mükemmeliyetçilik: “Ya istediğim kadar iyi olmazsa?” düşüncesi bizi felç eder. Mükemmel yapamayacaksak hiç başlamamayı seçeriz.
  • Zaman algısı: İnsan beyni geleceği olduğundan uzak, şimdiyi olduğundan cazip görmeye eğilimlidir. Bu yüzden uzun vadede önemli olan işleri, kısa vadede keyif veren şeylere feda ederiz.
  • Özdenetim yorgunluğu: Erteleme, bir irade eksikliğinden çok, duygularımızla başa çıkma biçimimizdir. İşin ironik tarafı ise şudur: Erteledikçe kaygımız azalmaz; tam tersine artar. Erteleme, kendi kuyruğunu ısıran bir yılan gibidir. Rahatlamak için girilen bu kısır döngü, uzun vadede insanı daha da yorar.

Kendimle Yüzleşirken

1. Neden sürekli “yarın başlarım” deyip duruyorum?

“Yarın başlarım” cümlesi, bugünün zorluklarından kaçışın en nazik yoludur aslında. Bu sözü söylediğimizde, şimdiki benliğimizi koruma altına alırız. Çünkü içimizden bir ses, yarınki benin daha güçlü, daha hazır ve daha motive olacağını fısıldar, değil mi? Zihnimiz, o anki yorgunluğumuzla yüzleşmek yerine, bizi gelecekteki sözde mükemmel halimize havale eder.

2. Yapmam gereken şeyleri niye sanki biri beni zorlayacakmış gibi bekliyorum?

Bu, kendi kararlarımızı bile dışarıdan dayatılmış gibi hissetmenin ilginç bir yoludur. Sanki yapılacaklar listesi başkası tarafından yazılmış da o komut gelmeyince biz de oturup bekliyormuşuz gibi. Aslında bu, iç motivasyonumuzun zayıf düştüğü anlarda dışarıdan gelen bir tetikleyiciye ihtiyaç duymamızın bir sonucudur.

İç disiplinimiz zayıf kaldığında, beynimiz dışarıdan gelen net bir uyarı arıyor. Bu, dışsal motivasyon bağımlılığıdır. Kendimize sormamız gereken soru şudur: “Ne zaman kendi hayatımın direksiyonuna geçip gaza basmaya başlayacağım?”

3. Bu kadar zaman geçmesine rağmen hâlâ başlamadıysam, aslında başlamak istemiyor muyum?

Bu soru tam da canımızı yakan o noktaya dokunuyor. Çünkü bazen gerçekten istemediğimiz bir şeyi kendimize “istek” gibi sunarız.

Bu durumu “kaçınma davranışı” olarak tanımlayabiliriz. Bazen erteleme, sahip olduğumuz tek kontrol alanı gibi hissedilir. “Başlamadım” demek, “başaramadım” demekten daha kolay gelir. Çünkü birincisinde umut vardır, ikincisinde hayal kırıklığı.

4. Neyi bekliyorum? Daha fazla zaman mı, daha iyi bir ruh hali mi?

“Şu işim bitsin, daha çok boş zamanım olsun”, “Bugün kendimi hiç iyi hissetmiyorum, daha motive olunca başlarım” gibi cümleler size de tanıdık geliyor mu? Aslında bu düşünceler, harekete geçmenin önündeki en sessiz düşman olan kusursuz an beklentisinden doğar. Ancak motivasyon, çoğu zaman eylemin sonucu olarak ortaya çıkar, öncülü değil. Yani, “başlayacak motivasyonum yok” dediğiniz an, motivasyonun gelmesini beklemek yerine, küçük de olsa bir adım atarak onu sizin yaratmanız gerekir.

Hazır hissetmeden başlamak, o “doğru anı” yakalamanın tek yoludur.

Şimdi kendimize soralım: “O ideal zaman geldiğinde, bugünden daha güçlü mü olacağım, yoksa bugün eksikliklerle bile olsa adım attığım için mi güçlü olacağım?”

5. İşin kendisinden mi korkuyorum yoksa başarısızlıktan mı?

Bu iki korku arasındaki fark çok ince ama bizi neyin durdurduğunu anlamak için bu ayrımı yapmak çok önemli. İşin kendisinden korkmak, yaparken yaşayacağımız zorluklardan, sıkılmaktan ya da harcayacağımız efordan çekinmek demek. Oysa başarısızlıktan korkmak, asıl olarak sonucu kontrol edememekten ve mükemmel sonuca ulaşamamaktan duyduğumuz endişedir.

Buna performans kaygısı deriz. Başarısızlık ihtimali bizi o kadar korkutur ki bu duygudan kaçınmak için o işi hiç yapmamayı tercih ederiz. Beynimiz, bizi korumak adına en kolay yolu seçer: ertelemeyi.

Bu kısır döngüyü kırmanın en iyi yolu, odağımızı sonuçtan sürece kaydırmaktır. Başarısızlık ihtimali, hiçbir şey yapmamaktan daha kötü değildir. Kendinize sormanız gereken asıl soru şu olabilir: “Şimdi başlarsam en kötü ne olabilir?” Bu soruya samimi bir cevap vermek, size o ilk adımı atmak için gereken cesareti verebilir.

6. Ya hiç başlayamazsam? O zaman kim olurum ben?

Bu, ertelemenin en derinindeki, en can alıcı sorudur. Çünkü aslında hedefimiz, hayallerimiz, sadece yapmak istediğimiz bir şey değildir. O, bizim için bir kimlik vaadidir. “Yazarım”, “sporcuyum”, “iş insanıyım”.

Erteleme, bir kimlik koruma stratejisi olarak karşımıza çıkar bu noktada. Bizi potansiyel bir hayal kırıklığından korur ama karşılığında bizi değişime, büyümeye ve gerçek olmaya kapatır. Burada kendimize sormamız gereken doğru soru şu olur:

“Hayalimi sadece zihnimde bir kimlik vaadi olarak korumak mı yoksa onu yaşayarak gerçek bir kimliğe dönüştürmek mi daha değerli?”

7. Her şeyi son dakikaya bırakmak bana ne sağlıyor olabilir?

Bu durum, ertelemeyi bir yaşam biçimi haline getirenlerin en çok kullandığı savunma mekanizmalarından biridir.

Her şeyi son dakikaya bırakmak, bazen beynimize adeta bir adrenalin iğnesi gibi etki eder. Bu duruma bir nevi “deadline dopingi” diyebiliriz. O son anın yarattığı baskı, beynimizde yüksek bir adrenalin ve kortizol salgılanmasına neden olur. Bu kimyasallar, bizi geçici olarak olağanüstü bir odaklanma ve üretkenlik moduna sokar.

Beyin, zaman baskısını bir tehdit olarak algılar ve hayatta kalma moduna geçer. Bu mod, geçici bir odaklanma sağlasa da sürdürülebilir değildir.

8. Yetiştiremeyince suçluluk duymaktan başka ne hissediyorum?

Bu soru, ertelemenin yüzeyindeki suçluluk duygusunun altına bakmamızı sağlıyor. Bir işi zamanında yetiştiremediğimizde, sadece kendimize “Neden yapmadım?” diye kızmıyoruz. O suçluluğun altında çoğu zaman utanç, yetersizlik ve değersizlik duyguları da yatıyor.

Ertelemeyi çözmek, sadece zamanı yönetmekle ilgili bir konu değil, bu, aynı zamanda kendilik algımızı onarmak ve kendimize daha şefkatli yaklaşmakla ilgili bir süreçtir. Kendimize “Ben neden böyle hissediyorum?” diye sormak, bu duyguların kökenine inmeye yardımcı olur.

Kendimizle barışık olmadığımız sürece, erteleme davranışı bir savunma mekanizması olarak hep var olacaktır.

Peki bir işi bitirememek, gerçekten bizim kim olduğumuzu gösterir mi?

9. Bir şeyleri yarım bırakınca neden kendimi eksik hissediyorum ama yine de bırakıyorum?

Ertelemenin en çelişkili noktalarından birine değiniyoruz. Bir yandan yarım bıraktığımız her şey içimizde bir yara gibi duruyor, diğer yandan o anki rahatlık hissi bizi cezbediyor. Bu durumu, bir nevi “kısa vadeli rahatlık tuzağı” olarak düşünebiliriz.

Zeigarnik etkisi işte tam da burada karşımıza çıkıyor. Yarım kalmış işler, tamamlanmış işlere göre zihnimizde daha fazla yer tutar, beynimizi sürekli meşgul eder. Ancak, bir yandan da kaçınma davranışı dediğimiz bir mekanizma devreye girer. Bu mekanizma, o rahatsızlık veren işi yapmaktan kaçınarak, anlık bir huzur ve konfor hissi yaratır.

Kendimize şunu söylemek gibidir: “Evet, bu işi bitirmem gerek ama şimdi biraz keyfime bakabilirim.” Belki de bu döngüyü kırmanın yolu, yarım bıraktığımız her şeyin aslında bizim için bir fırsat olduğunu fark etmektir. Bir şeyi tamamladığımızda, sadece o işi bitirmiş olmayız; aynı zamanda kendimize olan inancımızı güçlendirir, özgüvenimizi tazeler ve kendimizi tamamlama duygusuyla ödüllendirmiş oluruz.

10. Bir işin kolay kısmını hemen yapıp zor olanı neden günlerce erteliyorum?

“Şu işe bir başlayayım da gerisi çorap söküğü gibi gelir” diye düşünürüz, değil mi? Bu cümle aslında ertelemenin en sinsi yollarından biridir. Bir işe girişiriz, kolay kısımlarını hemen hallederiz. Sonra bir bakarız, işin asıl zor kısmı öylece duruyor ve biz günlerdir ona dokunmaktan kaçınıyoruz.

Bu “bilişsel kaçınma” dediğimiz durumdur. Beynimiz, zor ve yorucu bir görevle karşılaştığında onu bir tehdit gibi algılar ve bu tehditten uzak durmak ister. Zor kısımları ertelemek, o anki zihinsel konforumuzu korumanın en kolay yoldur. Ancak bu durum, işin tamamını bitirmemize engel olur. Bu kısır döngüyü kırmanın yolu, işe en zor kısımdan başlamaktır. Beynimizin bu kaçınma mekanizmasını alt etmek için  "en zor işi sabah hallet, gerisi kolay"      felsefesini benimsemek işe yarayabilir. Zor kısım bittiğinde, işin geri kalanı gerçekten çorap söküğü gibi gelir.

Bu yazı, yazarın “Yarın Başlarım Sendromu” adlı kitabından alınmıştır.