6-220220241557.png

Define/Öğretmen Okuma Kılavuzu

  • 24.01.2023
  • 9 dakika
  • 3005 Okunma
  • 0 Yorum

Buradaki okuma kılavuzumuzla öğrencilerinizle birlikte, klasik eserlerden İnsan Ne İle Yaşar'ın incelemesini yapabilirsiniz.

Yazar ve Eser Hakkında

Adı: Mehmet Rauf

Doğum Tarihi ve Yeri: 12 Ağustos 1875 – Balat, İstanbul

Ölüm Tarihi ve Yeri: 23 Aralık 1931- İstanbul

Nasıl Bir İnsandı?

Edebiyatımızın ilk psikolojik romanı sayılan Mehmet Rauf ’un Eylül’ü, imkânsız bir aşkı konu edinmiştir. Âşıkların iç dünyaları bu romanda hayranlık verici biçimde, bütün incelikleriyle anlatılmıştır. Öyle ki, bu duygunun insan psikolojisini nasıl bir yıkıma uğratabileceğine ilişkin kendinden sonraki yazarlara pek az söz bırakmıştır Mehmet Rauf. Bu başarının tesadüf olmadığını Halit Ziya Uşaklıgil ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu başta olmak üzere, edebi hatıralarında Mehmet Rauf’un nasıl biri olduğundan söz eden pek çok yazar sayesinde anlıyoruz. Mehmet Rauf, özellikle platonik aşka tutkun biridir.

Halit Ziya Uşaklıgil, onun hayatta dört hastalığı olduğunu ifade eder: Aşk, süs, edebiyat ve müzik. Pek çok defa küçük bir hareketi yüzünden bir kadına âşık olup acılar çeken Mehmet Rauf, üç defa da evlenmiştir. İlk eşi, Servet-i Fünun Dönemi şairi Tevfik Fikret’in halasının kızıdır. İkinci eşi romanını okuyup kendisine hayran olan İzmirli bir hanımdır. Üçüncü eşi kendisinden 28 yaş küçük olan Muazzez adında bir öğretmen hanımdır. Geçirdiği felç yüzünden yazılarını kendi yazamayan Mehmet Rauf ’a bu konuda Muazzez Hanım yardım etmiştir.

Yazarın dört “hastalığından” bir başkası olan süse düşkünlüğü ile ilgili olarak, Hakkı Süha Gezgin, cebinde kalan son lirayı bir boyunbağına vererek kış günlerinde beyaz pabuçlarla kaldığını işittiğini ifade eder. Bu, tam anlamıyla “bohem” bir hayat tarzıdır. İleriyi hesaba katmadan sadece günlük zevkler için yaşamak.

İşte hem bu yüzden, hem de askerlikten kazandığı para sınırlı olduğundan hep bir para sıkıntısı içinde olmuştur Mehmet Rauf. Bu şartlarda, samimi bir tutkuyla bağlı olduğu yazma faaliyetine biraz da para kazanma çabasıyla sarılmıştır.

Yazarın bohem bir hayat tarzı sürdürdüğünü söylememiz yanıltıcı olmasın. Bu durum, Mehmet Rauf ’un boş vermiş, umursamaz biri olduğu anlamına gelmez. Aksine onun son derece hassas bir ruhu ve çok büyük ızdıraplarla savaşmış bir iç dünyası vardı. Hakkı Süha Gezgin, Mehmet Rauf ’un en sıkıntılı zamanlarında bile kimseye sığınmadığını, bu çekingenliğin de onun ruhuna giden yolun birinci mola taşı olduğunu söyler. Yani Mehmet Rauf, hayatta bazı şeylere karşı büyük heyecanları olan ve bunlar yüzünden büyük acılar çekmiş bir insandır.

Bir yandan da onun çalışkanlığından söz etmek şarttır. Askerî okulda temel düzeyde gördüğü Fransızcayı herhangi bir ders almaksızın kendi kendine ilerletmiştir. Okuduğu çok sayıda Fransızca eseri bulmaca çözer gibi incelemiş ve dilin matematiğini böylece öğrenmiştir. Bu çalışmalarının bir sonucu olarak Fransız edebiyatını iyice öğrenen yazar, özellikle roman konusunda Türk yazarlarını eksik bulmaya başlar. Halit Ziya Uşaklıgil’i okuduğunda bu fikri değişecektir fakat yine de onun Servet-i Fünun gibi Batılı tarzı ve sanatkârca üslubu benimseyen bir edebiyat çevresine dâhil olabilmesi ve edebiyatımızın ilk psikolojik romanı, bu sürecin meyvesi olmuştur.

Halit Ziya ile tanışması onun hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Romanlarına hayran olduğu için ona bir mektup yazar ve Düşmüş adlı hikâyesinin müsveddesini gönderir. Bu sırada henüz 16 yaşında olan Mehmet Rauf ’un hikâyesini okuyan Halit Ziya, özel bir yaratılış karşısında bulunduğunu düşünmüş, Hizmet gazetesinde yayımlamıştır. Böylelikle aralarında bir dostluk başlar ve Mehmet Rauf için bu, yeni bir yoğun okuma dönemi demektir. Halit Ziya’dan ödünç aldığı takım takım kitapları kısa sürede okumaktadır. Bu süreçte yazdığı ve yayımladığı yazılarında “Rauf Vicdani” takma adını kullanmıştır.

Bu arada birkaç dergi daha hikâyelerini kabul etmiştir. İkdam gazetesinde Garam-ı Şebab tefrika edilir. Mekteb dergisinde onlarca hikâyesi, İngiliz edebiyatı ve Fransız tiyatrosu üzerine makaleleri yayımlanır. Bir süre hem Mekteb’de hem de Servet-i Fünun’da yazdıktan sonra tamamen Servet-i Fünun’a geçmiştir. Ferdâ-yı Garam ve Eylül romanları Servet-i Fünun’da yayımlanır ve takdirle karşılanır.

Yazar Başka Neler Yazdı?

Romanları:

Ferdâ-yı Garam (Aşkın Yarını): İlk romanıdır. 1897 yılında Servet-i Fünun’da tefrika edilmiştir. Onun hikâyelerinde sıkça görülen hastalıklı aşk teması mevcuttur. Amcasının kızı olan Sermet’e âşık olan ve ondan da karşılık gören Macit adlı bir gencin hikâyesidir. Bu romanda Mehmet Rauf, birbiriyle görüşemeyen gençleri buluşturmak için “hasta olma” motifini bulmuştur. Daha sonra Eylül’de de kullandığı bu motif sayesinde âşıklar birbirleriyle görüşebilmişlerdir.

Eylül: Süreyya ve karısı Suat yaz tatili için bir yalı kiralarlar. Tatilleri sırasında hem dostları hem de akrabaları olan Necip de onlarla kalır. Necip kendi konaklarında da sık sık ziyaretlerine gelmektedir. Süreyya yelkenle gezmek ve balık tutmak zevkleri ile meşgulken birçok ortak merakları bulunan Suat ile Necip yakınlaşırlar. Birlikte piyano çalıp uzun sohbetler ederler. Suat’a âşık olduğunu fark eden Necip bundan rahatsızlık duyarak oradan ayrılır. Sonraları tifoya tutulan Necip’i dinlenmesi için tekrar yalıya dönmeye mecbur ederler. Yaz sonu geldiğinde Süreyya konağa döner, bir şeyler sezmiştir; artık Suat da Necip’i sevdiğini anlamıştır ve aralarındaki bağ hissedilmektedir. Sonra hep birlikte konağa dönüldüğünde hayat eskisi gibi değildir. Romanın sonunda konakta çıkan yangında hem Suat’ın hem de Necip’in ölmesi bu yasak aşkın bir diyeti gibidir.1899 yılında tefrika edilen ve 1901 yılında kitap olarak yayımlanan Eylül, içerdiği karakter tahlillleri ile Batılı tarzın edebiyatımızdaki önemli bir örneği olmuştur. Yasak bir aşk teması çerçevesinde vicdan azabı ve umutsuzluk duyguları derinlemesine işlenir.

Menekşe: Hüseyin Bülent adlı bir yazar Violet adlı bir Ermeni kıza âşık olur. Sonradan onun aslında Türk olduğunu öğrenir. Menekşeyi çok sevdiği için arkadaşları ona bu adı takmıştır. Hüseyin Bülent bu genç hanımı bir daha göremeyecektir.

Genç Kız Kalbi: İyi bir terbiye almış olan Pervin, amcasının yanına geldiği İstanbul’da Mehmet Behiç adlı genç bir şaire âşık olur. İzmir’deki ailesi kendisini bir jandarma subayı ile evlen- dirmek istemektedir. Görücü usulü evliliğe karşı olan Pervin, Mehmet Behiç zengin olmadığı için kendisiyle evlenmek istemeyince hayal kırıklığına uğrar. Jandarma subayı ile evlenmek üzere İzmir’e döner.

Karanfil ve Yasemin: Avrupa’dan yeni dönen Samim, arkadaşı sayesinde sosyete çevresine girer. Bu çevrede tanıştığı Pervin ve Nevhiz ile aynı anda ilişki yaşar ve Pervin bunu öğrenince hastalanarak ölür. Nevhiz ise Avrupa’ya kaçar.

Böğürtlen: Babasını kaybeden Müjgân, kuzenleri Şekure, Mahmure ve Nigâr’ın yanına sığınmıştır. Pertev adlı bir genç Müjgân’a âşık olur. Önce bu aşka direnen Müjgân sonunda onunla evlenir.

Son Yıldız: Perran, gençlik aşkı Fuad’ın cephede ölümü üzerine annesinin ısrarıyla avukat Şefik Nuri ile evlenmiştir. Fakat Fuad’ın aslında ölmediği, esir düştüğü, savaştan sonra da okumak için Almanya’ya gittiği ortaya çıkar.

Kan Damlası: Define romanının devamıdır. 1928’de Resimli Ay ve Sevimli Ay’da tefrika edilmiştir.

Halas: Atatürk’e ithaf edilen bu romanda millî duygular işlenmesine rağmen yine merkezde bir aşk hikâyesi bulunur.

Mensur Şiir:

Siyah İnciler: Mensur şiir, düz yazı şeklinde şiirlere verilen addır. Bu, edebiyatımıza Fransızca çeviriler sayesinde girmiş bir türdür. Mehmet Rauf’un bu türdeki eserleri, önce Servet-i Fünun’da yayımlanmış; 1901 yılında da bu kitapta toplanmıştır. Eylül’den sonra en sevilen eseridir.

Diğer Eserleri:

Mehmet Rauf hikâyelerinde genellikle aşk temalarını işlemiştir. Nadiren acıma, evlat sevgisi, geçim sıkıntısı gibi konulara da rastlanır. Hikâye kitapları şunlardır: İhtizâr (1909), Âşıkane (1909), Son Emel (1913), Hanımlar Arasında (1914), Bir Aşkın Tarihi (1915), Üç Hikâye (1919), İlk Temas İlk Zevk (1922), Aşk Kadını (1923), Eski Aşk Geceleri (1927).

Yazarın pek çok makalesi bulunmaktadır. Türk edebiyatı ve Batı edebiyatı ile ilgili makaleleri yanında, kadınlara yönelik magazin yazıları da kaleme almıştır. Bunlar İstanbul’un eğlence hayatına ya da aşka dairdir.

Mehmet Rauf ’un tiyatro faaliyetleri de bulunmaktadır. Doğrudan kitap hâlinde yayımladığı Cidal (1911) ve Diken (1917) dışında, Pençe (1909) ve Sansar (1912-1913) Servet-i Fünun’da tefrika edilmiştir.

Eserde Kim Kimdir?

Şakir Feyzi: Erzurum Hastanesinde başhekimlik yapmıştır. Güvenilir, yardımsever, cesur biridir. Cinayet romanlarına meraklıdır.

Şehriyar Kalfa: Abdüssamed Paşa’nın konağında kâhyalık yapmış, evlenip Erzurum’a yerleşmiştir.

Abdüssamed Paşa: Abdülhamid’in paşalarındandır. İstibdat döneminin sonlarında bakanlık ve birçok şehirde valilik yapmıştır. Bütün dünyası kızı Hadiye’dir.

Hadiye Hanım: Abdüssamed Paşa’nın kızıdır. Raci Bey’le boşandıktan sonra kızı Suzan’la yalnız bir hayat sürmeye başlamıştır.

Suzan Hanım: Hadiye Hanım ile Raci Bey’in kızıdır. Narin, ufak tefek vücutlu ve çok güzeldir. Annesine benzemektedir. Şakir Feyzi ilk görüşte ona âşık olur.

Raci Bey: Uzun boylu, kemikli yüzlü bir çerkez delikanlısıdır. Hadiye Hanım’ın eğitimi için eve getirilen öğretmenlerdendir. Onu iğfal ederek evlenmek zorunda bırakır. Para için kötülükler yapmaktan çekinmeyen biridir.

Hasan Fuat: Şakir Feyzi’nin rüştiyeden arkadaşıdır. Çok uysal, yumuşak başlı bir adamdır. Şakir Feyzi’ye minnet duymaktadır. Çok çeşitli memuriyetlerde bulunmuş, acar ve yırtıcı biridir.

Sıdıka Hanım: Suzan’ın süt ninesidir. Ona çok güvenirler ama konakta bir adam gördüğünü Raci Bey’e anlatmıştır.

Hüsrev Bey: Raci Bey’in arkadaşıdır. Para için cinayet bile işleyebilecek, kötü bir karakterdir.

Kitap Hakkında Bilgiler

Define, 1926 yılında Resimli Ay ve Sevimli Ay dergilerinde tefrika hâlinde yayımlanmış, 1927 yılında da kitaplaştırılmıştır.

Macera Bitti Mi?

Hayır, Şakir Feyzi’nin macerası burada bitmemiştir. Kan Damlası, Define romanının devamıdır. Define’den hemen bir yıl sonra yine Sevimli Ay ve Resimli Ay dergilerinde çıkmıştır. Hikâyesi şöyledir: Şakir Feyzi, eşi, çocukları ve kayınvalidesiyle birlikte Tarabya’da bir köşkte mutlu ve zengin bir yaşam sürmektedir. Suzan’ın süt ninesi Sıdıka Hanım, öldürülmüş olan yaşlı kadının eline sıkıştırılmış bir kâğıdın üzerinde “numara bir” yazılıdır ve altında bir kan damlası vardır.

Olay polis tarafından soruşturulurken Raci ve adamlarının yakalanmasında Şakir Feyzi’ye yardım eden arkadaşı Hasan Fuad da evinde öldürülmüş olarak bulunur. Onun da elinde bir kâğıt vardır ve üzerinde “numara iki” yazılıdır.

Bu cinayetleri Raci’nin hapisten yeni çıkan kardeşi Hüsrev Bey ve adamlarının işlediği tahmin edilmekle birlikte, elde bir kanıt bulunmayışı herkesi tedirgin etmektedir. Çünkü, son olarak sıranın Hediye Hanım’da olduğuna ilişkin bir kâğıt bulunmuştur.

Polis Hayret, iyi korunan bu köşkün odalarından birinin altında gizli bir geçit olduğunu fark eder ve üç kişiyi yakalar. Bunlar, gerçekten de Hüsrev’in adamlarıdır. Hüsrev ise, yakalanacağını anlayınca kaçmıştır. Çok geçmeden Hüsrev de, bir çatışma sonunda Polis Hayret tarafından öldürülür.

Polis Hayret, bu olayı aydınlatarak hem büyük bir üne kavuşur, hem de Şakir Feyzi ile eşinin koydukları para ödülünü almaya hak kazanır.

📘 Sözlük

Bertaraf etmek: Ortadan kaldırmak, gidermek.
Bilahare: Daha sonra, sonraları.
Binaenaleyh: Bundan dolayı, bunun için, bunun üzerine.

Cendere: Pres; manevi baskı.

Dirhem: Okkanın dört yüzde birine eşit olan, 3,207 gramlık eski bir ağırlık ölçüsü.
Fecaat: Çok acıklı, yürekler acısı durum.
Fiilen: Gerçekten; gerçekten yaparak, çalışarak.

Galvaniz: Üzeri değerli madenlerle kaplanacak bir bakır levhanın batırıldığı altın, gümüş veya platin banyosu.
Gurup: Güneşin batması, batış.

Habis: Kötü, uğursuz.
Humma: Sıtma nöbeti, ateşli hastalık.
İhtimam: Özen.
İhtiyat: Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek ölçülü davranma, sakınma.
İhtiyaten: Her duruma, her ihtimale karşı, ilerisini düşünerek.

İkmal etmek: Eksik bir şeyi tamamlama, daha iyi duruma getirme, bütünleme.
İnfilak: Güçlü bir biçimde patlama.
İnkişaf: Gelişme; meydana çıkma.
İskarpin: Ökçeli ayakkabı.
İtirazkâr: İtiraz eden.
Kârgir (Kâgir): Taş veya tuğladan yapılan (yapı).
Kenevir: Kendirgillerden, sapındaki liflerden halat, çuval vb. kaba örgüler yapılan, iki evcikli bir bitki, kendir.
Külhanbeyi: Kendilerine özgü giyinişi olan, argo kullanan, başıboş, haylaz delikanlı, serseri, hayta, külhani.
Kündelemek: Güreşçinin, hasmını altına alıp bir elini önden, ötekini arkadan geçirerek ellerini kilitlemesi.
Latif: Yumuşak, hoş, ince bir güzelliği olan.
Lavta: Mızrapla çalınan, gövdesi uttan küçük bir çalgı.

Lütufkâr: İyiliksever, yardımsever.
Maddeten: Maddi bakımdan.
Makul: Akla uygun, akıllıca; mantıklı.
Manifatura: Fabrika yapımı her türlü kumaş, bez vb. dokuma.

Maplak: Şeker, pekmez ağdası; ateş küreği.
Melun: Lanetlenmiş.
Meşakkat: Zahmet, sıkıntı, güçlük, zorluk.
Metanet: Sağlamlık, dayanıklılık.

Meyil: Eğilim.
Munis: Alışılan, alışılmış, yabancı olmayan; cana yakın, uysal, sevimli.
Muzafferiyet: Üstün gelme, üstünlük, zafer kazanma.

Mübah: Yapılmasında sakınca görülmeyen.
Müsterih: Bütün kaygılardan kurtulup gönlü rahata kavuşan, içi rahat olan.
Müzakere: Bir konuyla ilgili fikir alışverişinde bulunma, oylaşma.

Nazar: Bakış.
Potin: Koncu ayak bileğini örtecek kadar uzun olan, bağcıklı veya yan tarafı lastikli ayakkabı.
Rabıtalı: Düzgün, düzenli; sözünü bilen, tutarlı, ağırbaşlı.

Raks-ı âhen: Demir raks.
Revolver: Bir tür tabanca; altıpatlar.
Riayet: Uymak; hürmet etmek.
Salaşpur: Seyrek dokunmuş, astarlık ince bez.
Salim: Esen, sağlam.
Tabir: Deyiş, anlatım, ifade.
Taflan: Gülgillerden, 2-6 metre yüksekliğinde, kışın yapraklarını dökmeyen, çiçekleri salkım durumunda, beyaz veya yeşil olan, süs bitkisi olarak bahçelerde yetiştirilen küçük bir ağaç, karayemiş ağacı, karayemiş.
Tafsilat: Ayrıntı, ayrıntılı açıklama.
Tahkikat: Soruşturma.
Tazyik: Sıkıştırma, darlaştırma; manevi baskı, zorlama, zarara sokma.
Tebdil-i kıyafet: Kıyafet değiştirme.

Tertibat: Düzen, düzenleniş; bir işin güçlüklerini karşılamak için yapılan ön hazırlıklar.
Tertip: Uygun bir sıraya, düzene koyma, sıralama; hile, düzen, komplo.

Teskin etmek: Acı, öfke, heyecan vb. duyguları yatıştırmak, dindirmek.
Tevekkül: Herhangi bir işte elinden geleni yapıp daha sonrasını Allah’a bırakma.
Trablus kuşağı: El tezgâhlarında dokunmuş renkli keten ve ipek karışımı dokuma kumaştan yapılmış bir çeşit kuşaktır.
Vakıa: Olgu.
Vâkıf olmak: Bilmek, öğrenmek.
Vehim: Kuruntu.
Zillet: Hor görülme, aşağılanma

Daha fazla kitap için tıklayınız