Masal, dünya üzerindeki en eski edebi
türlerden biri. Masal, soğuk ve uzun kış gecelerinde bir ateş başında toplanan
insanları birleştiren, kaynaştıran, günün yorgunluğunun atılmasına vesile olan
olağanüstü hikayeler olarak tanımlanabilir. Bir anlatıcı var ve onun etrafında
halka olmuş yediden yetmişe insanlar… Aynı olayları dinliyor ama herkes kendi
hissesine göre kıssadan faydalanıyor.
Bu durumu, pek çok açıdan ele alıp
değerlendirmek mümkün. İnsanlar arası ilişkiler, eğitim, ortak duyguda buluşma,
kültür paydası bunlardan birkaçı. Uzun yıllar gençlere edebiyat anlatmış bir
öğretmen olarak bunların içinden insanın erginleşmesine kapı açan sırlı kısmı
ele almak istiyorum.
Teknoloji her an gelişiyor ve hayatımızın
merkezinde duruyor. Biz ne kadar direnirsek direnelim bu gerçeği
değiştiremiyoruz. Belki de aslında yapmamız gereken direnmek değil de kabul
edip kendimiz ve çocuklarımızın geleceği için farklı kapılar aralamak. Dünyanın
en büyük bilgisayar yazılım şirketinin çalışanlarının vaktinin çoğunu doğada
geçirdiklerini düşünürsek; teknolojiyi doğru anlamak ve kullanmak için böyle
molalara ihtiyacımız olduğunu fark ederiz.
Gençlerin çoğu vaktini sosyal medya üzerinden
paylaşımlar yaparak veya yapılan paylaşımları takip ederek geçiriyor. Biliyoruz
ki bu paylaşımların pek çoğunun kişinin gelişimine katkısı yok. Pedagogların
ailelere tavsiyesi, bir çocuk çok ağladığında ona sus demek yerine çocuğun dikkatini
dağıtıp başka bir şeye yönlendirmek şeklindedir. Ben de gençler için aynı
yöntemin uygulanması gerektiğine inanıyorum. “Bu yaptıklarınız çok mantıksız ve
faydasız.” demek yerine, “Gelin bakın burada bir de şu var.” deyip alternatif
sunmalıyız. Bunun olumlu sonuçlar doğurduğunu bizzat tecrübe ettim.
Çocuklar açıkça “Bana karışma!” deseler ve o
yönde hareket etseler de aslında “Bana karış ama karıştığını fark ettirme!”
demek istiyorlar. Öğretmenlik hayatımda masal ve hikayelerin gücünden yola
çıkarak, öğrencilerimin bu isteklerini yerine getirmeye çalıştım. Sonucun hep
olumlu olduğunu gördüm. Anlatılan masallardaki sembollerin hayatın
gerçekleriyle birleştiği anlarda çocuklar kendilerini keşfediyor ve nefes
alıyorlardı. Son dönem yapılan filmlerin mitoloji ağırlıklı olması ve ilgi
çekmesi de aslında bu sebepten. İnsanın merak duygusunun hep canlı olması ve içten
içe ders vermesi.
Anlattığım masalların onlar üzerinde etkisi,
gençlerin çocuklukta masal dinleyip dinlememeleriyle bire bir bağlantılıydı.
Masallarla büyümüş bir genç yaptığımız anlatı ve atölyelere daha net cevaplar
veriyordu. Bunları bir de tiyatro, gazete çalışması gibi etkinliklerle
somutlaştırınca taşlar daha da yerine oturuyordu.
Bu sonuç beni okul öncesi dönemden itibaren
çocukları masalla buluşturma serüvenine yönlendirdi. Şimdi erken yaştan
itibaren oyun ve dramayla birleştirdiğim masallarla, çocukları Kafdağı’na götürüyor
ve kendileriyle yüzleşmelerini sağlamaya çalışıyorum. Evet anlatı yaptığım
çocukların ellerinde de akıllı telefonlar var ama artık zihinlerinin bir
yerinde “hayal” algıları açık duruyor. Onlara bu alternatifi sunmak ergenlik
çağına geldiklerinde erginleşmelerine yardım edecek. Aslında işin özünde yatan;
doğruları, dersleri onlara sembollerle söylemekten
ibaret. Ateş başında olmasa da pek çok yerde kurulan halkalarla anlatılan
masalların gücü bunu yapmaya yeter. Eminim ki oraya Dedem Korkut’un maneviyatı
da uğruyordur.
Günümüz çocukları teknolojiyle vakit geçirirken onlara masallar anlatmayı unutmayalım. Bu yolla da olsa doğada kalsın bir yanları. Demiştim ya dünyanın en önemli yazılım şirketi çalışanları vakitlerini doğada geçiriyor diye, biliyoruz ki masallarda da kahramanın yolu muhakkak ormandan, nehirden, mağaradan geçer. Bir gün Cemal Süreya’nın “Masal dinlememiş çocuklar büyüyünce kedi resmini bile cetvelle çizerler.” sözüyle yüzleşmemek için çocuklarımızı hangi yaşta olurlarsa olsunlar masaldan mahrum bırakmayalım.
Fatma DEVRİM
Türkolog, eğitimci, anlatıcı