Her velinin önemli sorunları arasında yer alan
ve bir türlü çözemediği öğrenci başarısı, zaman zaman eğitimciler arasında da
tartışılmaktadır. Öğrencinin derslerinden aldığı puanlarının yüksek olması
halini “başarılı” olarak değerlendiren veliler, aksi bir durumda hemen öğretmenin
karşısına çıkıveriyor. Bir çaresini bulamazlarsa rehberlik servisine uğruyor,
olmazsa okul müdürüne kadar çıkıyorlar.
Bu elbette bir eleştiri değil. Her veli çocuğunun
başarısını yakından takip etmelidir. Başarısının yüksek olması konusunda bir
veli olarak üzerine düşen görevleri yerine getirmeli ve gereken desteği
vermelidir. Çözüm, öncelikle başarı kavramının ne olduğunu tanımlamaktan geçer.
Ona göre de çocuğunuzun başarılı mı yoksa başarısız mı olduğunu
belirleyebilirsiniz.
Türkiye halkının kabullerine göre, bir
öğretmen için başarılı öğrenci, ders içi etkinliklerde aktif rol alan ve
sınavlarda yüksek puan alan öğrencidir. Her ne kadar son yıllarda bir bakış
açısı değişimi arzulansa da, bakanlık da başarılı öğrenciyi tanımlarken yapılan
sınavlarda yüksek puan almayı dikkate alır. Bu kadar can sıkıcı bir konunun
velilerce nasıl algılandığı ise tam bir sonuç çıkartıcı durumdur. Eğer öğretmen
ve bakanlık bir öğrenciyi ne sebeple başarısız görüyorsa, velisi çocuğunu
çoktan aynı gerekçelerle başarısız olarak etiketlemektedir.
Peki ama neye ve kime göre başarı?
Başarı, elbette daha evvel yapılamayan bir
eylemin artık yapılabilir olduğu durumlar için ifade edilir. Fakat çoğu
gelişmiş ülke başarı kavramını tanımlarken “çocuktan hareket” ilkesini dikkate
alır. Her çocuk kendi potansiyeliyle tanımlanır ve öyle de kabullenilir. Ülke
genelinde yapılan sınavlarda ya da sınıfta herkesin katıldığı sınavda soruların
ne kadarını doğru cevaplamak bir ölçüt kabul edilmez. Eğitimde özel bir yere
sahip olan Finlandiya özellikle bu konuda epey yol almış durumdadır. Baltık
ülkelerinden İsveç de benzer bir bakış açısına sahiptir. Her öğrencinin neyi
öğrenmesi (başarması) gerektiği öğrencinin kendi potansiyeline göre belirlenir.
Aslına bakılırsa, neyi öğrenmesi (başarması) gerektiği öğrencinin kendi
yönelimiyle ortaya çıkar. Ne öğretmen, ne okul ne de bakanlık ya da veli ona
neyi ne kadar öğrenmesi gerektiğini dayatmaz. Bu, öğrenci merkezli eğitim
programlarının önemli bir özelliğidir. Kimse bir şeyler yaparak bir yerlere
gelmeyi dert etmez. Öncelik, öğrencinin hayatı yaşama konusunda başarılı
olmasıdır. Bunu ne zaman başarabileceği de yine onun kendi hızına, merakına,
ilgi ve isteğine bağlıdır. Kimse onu, diğer arkadaşlarına göre geride kaldığı
ya da yavaş olduğu için irdelemez, bu sebepten dolayı da “başarısız” diye
etiketlemez. İstemediği, merak etmediği ve yapamayacağı bir şeyi ne öğretmen ne
de velisi “ille yapmalısın” diye dayatır. Öğretmen olsa olsa böyle konuları çeşitli
oyunlarla ilginç ve ilgi çekici hale getirir.
Bu tür bakış açılarının benimsendiği okullarda
öğretmenler ve okul yönetimi öğrencilerin “kendi öğrenme etkinliklerini”
istenen hız ve çeşitlilikte yürütebilmeleri için imkan sunar, ortam hazırlar, materyal
ve öğretmen desteği verir. Bu bakış açısının “eğitimde fırsat eşitliği”
kavramından anladığı da budur.
Dolayısıyla başarı da, her öğrencinin kendi yolculuğunda vardığı son
nokta, daha evvel yapamadığı şeyleri artık yapar hale gelmesi olarak görülür.
Yoksa ne müfredat ne de sınıf ortalaması başarıyla ilgili dikkate alınan
konular arasındadır. Dikkate alınır fakat öğrencinin öğrenme yolculuğuna devam
edebilmesi için daha ne gibi yardımcı fırsatlar sunulabileceğinin
geliştirilmesi içindir.
Başarının bu bakış açısına göre nitelenmesi
bir yandan öğretmeni, okulu ve sistemi, diğer yandan ise öğrenciyi ve velisini
de rahatlatmış olur. Herkes özgündür. Kimse başkalarının gittiği yoldan gitmek
ve sınıfta aynı şeyleri başarmak zorunda hissetmez. Bu sebeple de kimse kimseyi
geri ya da ileri bir başarı gösterdiği için irdelemez ve küçümsemez. Öğrenci ve
veli psikolojisini oldukça rahatlatan ve üzerlerindeki baskıyı azaltan bu bakış
sayesinde öğrenci kaygı ve stresten uzak bir şekilde öğrenme yolculuğuna devam
eder. Kat ettiği her seviye öğrenci için başarı olarak alkışlanır ve hanesine
not edilir. İlerleyen eğitim yaşamında da bu özgün yolculukta elde ettikleri
dikkate alınır, ona göre yönlendirme ve yerleştirme yapılır. Başarı kavramına
bu şekilde bakabilmek elbette küçük sınıflar, zengin öğrenme ortamları ve
yardım becerisi yüksek öğretmenler sayesinde mümkündür. Altmış kişilik
sınıflarda, sadece sıra, yazı tahtası, kitap, defter ve öğretmenden ibaret
öğrenme ortamında kimsenin özgün kalması ve yol yürümesi de mümkün
değildir.